Genel

GİRİZGÂH

Abone Ol 

Bir nefesle başlar hayat, bir nefesle de biter. Nefesin bize ait olmadığını anladığımız vakit büyüdüğümüzü anlarız. Biraz daha derine indiğimizde ise aslında hiç büyümediğimizi görür, nefesi sahiplenmeye çalışırız. Nefes gelir, nefes gider. Nefes için büyüklüğün, küçüklüğün önemi yoktur. İnsanların müdahaleye uğramadan ücretsiz ulaşabildiği yegâne şeylerden biridir nefes. Kıymeti de çoğu zaman bilinmemektedir.

Ve ölüm… Nefesin kadim dostu, yaşamın tanımı, tatları acılaştıran, geride kalanları ölümü tadana dek keskin acılarla bırakan o derin kavram. Ölüm kavramının uyanmak olduğunu öğrenen bir insanın ölüm üzerine her zaman düşünmesi gerekir. Dünya üzerinde yaşamış ve hâlen yaşamakta olan tüm medeniyetler din, inanç fark etmeksizin ölüm ve ölüm ötesi hakkında epey düşünmüş ve kendilerine mantıklı gelen teoriler üretmişlerdir.

Ancak ölüm, onu deneyimleyen kişiye has olduğundan ortaya çıkarılan tüm teoriler sadece yaşayanların işine yaramaktadır. Tam bu noktada nefesin kıymetini soracağımız kişiler ölülerdir fakat bunu yapabilmemiz mümkün değildir. Bizim yapabileceğimiz tek şey ise onların başına gelen şeyden nefese dair çıkarımlar yapmaktır. Bu yüzden bir ömür aralıksız tükettiğimiz şey üzerine biraz düşünmemiz gerekir. Enformasyon ve teknolojinin had safhada olduğu bir dönemde yaşıyor olmak ne yazık ki her soruya cevap bulabileceğimiz anlamına gelmemektedir. Bu yığınla bilgiyi kişisel deneyimlerimizle harmanlayarak bireysel ve toplumsal hayatlarımıza dair çıkarımlar yapmalı, farkında değilken bile almaya devam ettiğimiz şey üzerine az da olsa düşünmeliyiz.

Ve düşünmek… Nefes gibi derin bir inceliğe sahip, bizi tam anlamıyla insan yapan o derin eylem. Düşünmek de nefes gibidir, tükendiğinde insanı aciz ve bitik bir hâlde bırakıverir. Üstelik her ikisinin yok olması bir yerde ölüm demektir. Birinci ölüm nefesten mahrum kalmadan ölmektir, düşüncenin yokluğundan kaynaklıdır. İkinci ölüm ise tükenen nefes sebebiyle olan ölümdür. İki ölüm karşılaştırıldığında şüphesiz en acı olan ilkidir. Bu yüzden düşüncenin yokluğu, nefesin yokluğu gibidir.

Halbuki ne çok kavramla cebelleşiyoruz değil mi?

Bir girizgâh yapmak gerek nefese ve sormalı, düşünmeli… Ölüm mü hayatın içinde yoksa hayat mı ölümün içinde?

Abone Ol 

Fatih Samed BODUR

1996 yılında Kırıkkale'de doğdu. Lise eğitimini Kırıkkale Anadolu Teknik Lisesi'nde tamamladı. 2014 yılında Kırıkkale Üniversitesi Meslek Yüksekokulu'nda başladığı Bilgisayar Programcılığı bölümünden kaydını sildirdi. 2017 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi'nde başladığı Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünden 2021 yılında lisans derecesiyle mezun oldu. Sinema ve müzik alanıyla yakından ilgilenen, felsefe ve metafizik üzerine okumalar yapan Fatih, farklı edebi türlerde yazılar yazmayı ve yeni hikâyeler ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu