Genel
Trend

Senegal Notları

Abone Ol 

SENEGAL

Batı Afrika ülkesi olan Senegal yolculuğumu ve edindiğim tecrübeleri anlatmak üzere sizlerle bir aradayım. Öncelikle Senegal benim için ilk yurtdışı deneyimi. Ve sizlere bu metinde anlatacaklarım tamamen 10 günlük serüvenin bir parçası olacaktır.

İlk olarak Senegal’e gideceğimin kesinleşmesinden itibaren bazı ön bilgiler edinerek bu yolculuğumuzu biraz kolaylaştırmak istedim. Senegal diğer Afrika ülkelerine göre biraz daha gelişmiş. Ülke nüfusunun % 94’ü Müslüman, %5’i Hristiyan ve %1’i de yerel dinlerden oluşuyor. Tropikal iklime sahip bir batı Afrika ülkesidir. İnsanları sıcakkanlı ve misafirperverler, öyle ki gittiğimiz her yerde bizleri karşılamalarından bunu anladık. Senegal 1960 da bağımsızlığını ilan etmiş bir Fransız sömürü ülkesidir. Ülkede resmi dil olarak Fransızca konuşulurken yerel halk arasında kabile dilleri de konuşuluyor. Ama kabilelerin çoğunluğu kendi dillerini bilmiyor ya da unutmuş. Halk tarım ve hayvancılık ile geçimini sağlamaya çalışıyor. 14 şehirden oluşan Senegal’in başkenti ise Dakar’dır.

Senegal’e yolculuğumuzu 15 kişilik bir grup halinde TİKA’nın Tecrübe Paylaşım Programı kapsamında gerçekleştirdik. Tabi gruptaki herkes farklı şehirlerden ve yolculuğumuzun ilk günü için İstanbul Havalimanında uçuşumuzdan birkaç saat önce bir araya gelerek tanışma ve sohbet havasında geçirerek uçuş saatimizi beklemekle geçti. Toplamda yedi buçuk saat sürecek yolculuğumuz nihayetinde Dakar Havalimanındaki inişimiz ile tamamlanmıştı. Bizi orda TİKA’nın Dakar Koordinatörü karşıladı ve bizim için ayarlanan minibüs ile konaklayacağımız otele doğru yola koyulduk.

***

Saly ’de bulunan otel Atlas Okyanusunun hemen kıyısındaydı ve burada 3 gün konaklayacaktık. İlk günü bu şekilde yerleşip dinlenerek geçirdik. Sonra sabahın erken saatlerinde başlayan yolculuğumuzla M’bour kentinde yer alan Roof köyüne gittik. Burada bizi bekleyen köylülerle programımızın açılışı için köy okulunun bahçesinde buluştuk ve köye ayak basmamızla yoğun bir yağış başladı. Köylüler yerel dansları eşliğinde yağmurun sevincini yaşarken ifade ettikleri ilginç olan söz ise yağmurun yağışını bizim köye gelmemize bağladıklarını söylemeleriydi. Roof köyünde yağış ile beraber programın akışı ve köylülerin gösterileri bittikten sonra yağışın durmasıyla köyde yapacağımız faaliyetleri başlama zamanı gelmişti. İlk olarak köy halkıyla birlikte köy okulunun bahçesine fidan dikerek ağaçlandırma çalışmalarını yaptık.

Daha sonra köy halkının eşliğiyle köyü gezerek köylülerin yaşam alanları ve geçimleri üzerine bilgiler edindik. Köyde Hristiyan ve Müslümanlar bir arada yaşıyor, köyde küçük bir cami ve kilise mevcuttu. Küçük bir su depoları vardı su ihtiyaçlarını gidermeye yönelik. Bu şekilde köyün biraz dışında kalan alanda bir tarım arazisi oluşturmak ve su kuyusu açmak için önceden belirlenmiş olan bu yerde tarım arazisinin çevresini çitlerle örüp çevresine fidan dikerek ağaçlandırma çalışmasını yapıp günü tamamlamış olduk.

Daha sonra da dinlenmek için otelimize geri döndük. Diğer gün sabahında tekrardan Roof köyüne giderek köy okuluna öğrenciler için kırtasiye ve spor malzemeleri, sağlık merkezlerine ise ilaç ve sağlık malzemeleri bıraktık. Sonrasında köylülerin futbol oynadıkları alana giderek dostluk maçı için hazırlıklara başladık. Tabi burada devamlı futbol oynayan gençlerden ziyade köy halkıyla birlikte oynadık. Oynadığımız saha topraktı ve düz bir zemin değildi tabi ki ve oynarken alışık olmamamızdan dolayı bir hayli zorlandık ama köy halkını yenmeyi başardık ama kazananın dostluk olduğu bir maç oldu.

***

Seyahatimizin diğer gününü M’bour kentinde bulunan yetimhaneyi ziyaret ederek başladık. Yetimhane gerçekten içler acısı bir yer olduğunu söylemek istiyorum. Burada her yaşta çocuk var ve belirli yaş gruplarına göre çocuklar farklı odalarda kalıyor ve ona göre yetiştiriliyorlar. Edindiğim bilgilere göre Yetimhane Fransız hayırsever bir kadın tarafından kurulmuş ve Fransa burayı önemsiyormuş. Yetimhanedeki çocukların çoğunluğu doğum sırasında annesini kaybedenlerden oluşuyor ve yaklaşık 150 kadar çocuk kalıyor.

Bu çocuklar 16 yaşına kadar burada kalabiliyor. Ardından koruyucu ailelere veriliyor tabi ki koruyucu ailelerin çoğunluğu Fransız vatandaşları oluşturuyor. Senegal hükümetinin buradaki çocukları takip ettiğini de söylüyorlar tabi ama Fransızların etkisi burada büyük. Yetimhaneye Fransa okullarında başarısız olan çocukları buraya gönderiyorlarmış ve belli bir süre buradaki ortamda yaşayan çocukları gözlemleyerek bir ilerleme kat ettiklerini söylüyorlar ve daha sonra tekrardan Fransa’ya gönderiliyorlar. Yetimhanede böyle birkaç çocuğu gördüğümüzü de söyleyebilirim. Tabi Fransa önceleri burayı desteklemiyordu ama bu gözlemlemelerinden sonra yetimhaneyi destekleme kararı alıyor. Bunun dışında hayırseverlerin yardımlarıyla da yetimhanenin ihtiyaçları gideriliyor. Tabi ki ülkemiz de buraya TİKA aracılığıyla yardım ediyor. Yetimhane de çocuklarla biraz vakit geçirip onlara hediyeler bırakarak yolculuğumuza devam ediyoruz.

***

Joal Fadiout’te Senegal’in İlk Cumhurbaşkanı olan Leopold Sedar Sengour’un yaşamış olduğu ev (şu an da müze olarak kullanılıyor) ve bizim yetimhaneden sonra ki durağımız burası oluyor. Bu ev Sengour’un babası olan Diogo Basire’nin evi. Baba Sengour ticaretle uğraşan birisiydi. Hiçbir inanca mensup olmayan Baba Sengour 29 yaşına geldiğinde Hristiyan oluyor. Ticaret için sık sık Fransa’ya gidip şarap getirerek ülkesinde ve bölgede satışını yapıyordu. İyi ticaret yapan parayı bilen biri olan, bölgede de zengin biri olarak bilinen Baba Sengour evinin altını da ambar olarak kullanıyordu. Bu ambar bölgede ki tek ambardı. Bu evde 5 kişiyle evlenmiş ve toplamda 41 tane çocuğu olmuş. Ev’in bir tarafında kız çocukları diğer tarafında erkek çocuklarının yaşadığı odalar var. Bu çocuklardan biri olan Leopold Sedar Sengour Senegal’in ilk Cumhurbaşkanı oluyor. Sengour aynı zamanda iyi bir şairdi. Onun felsefesinde siyah ırk, Afrika’nın Fransa’dan gelen dili ve kültür merkezleri yer alıyordu.

***

Senegal yapısı itibariyle diğer Afrika ülkelerinden zengin ve Batı Afrika’da askeri darbe olmayan tek ülke konumunda. Senegal’in bayrağında 3 renk yer alıyor; yeşil renk umut, sarı renk zenginlik, kırmızı da şehit kanlarını, yıldız ise bağımsızlığını simgeliyor. Önce den yıldız yerine başka bir simge varmış. Bu simge ellerini gökyüzüne kaldırmış ayakları yere basan bir insanı simgeliyor. Sengour ’un ifadesiyle zengin bir ülke değiliz ama en büyük zenginliğimiz ülkemizin % 94’ünün Müslüman olmasıdır. Senegal de hiçbir zaman dinsel sebeplerden veya kabileler arası bir çatışma olmamış. Herkes kendi halinde bir yaşam mücadelesi veriyor. Sengour cumhuriyet’in ilanı ile dört defa seçim kazanarak cumhurbaşkanlığı yapmış. Tabi bu içerik olarak baktığımızda Fransız sömürgesi altında olan Senegal de anayasasından yönetim biçimine kadar hepsi Fransa’dan kopyalanmış bir biçimde. Senegal’in ilk simgesi olan Baobab ağacı, Sengour’un evinin arka bahçesinde bulunan Baobab ağacından geldiği söyleniyor.

Sengour ilk cumhurbaşkanı olarak 1981 yılına kadar görev yapıyor. Daha sonra kendi isteğiyle artık yapmayacağım diyerek emekliliğe ayrılıyor. Şu an müze olan bu ev’ de gelen ziyaretçilere bu bilgileri daha detaylı bir şekilde anlatıyorlar. Buradaki ziyaretimizden sonra Senegal’in güney sınırında yer alan Cap Skirring’e doğru uzun bir yolculuğa başlıyoruz.

***

Bu yolculukta Senegal’in içerisinde yer alan Gambiya ülkesinden geçeceğiz çünkü yolculuğumuz daha kısa sürecek. Gambiya’ya geldiğimizde bizim için ilginç olan bir durumu size de aktarayım. Senegal Fransız Sömürüsü ve ülkede herkes Fransızca biliyor ve konuşuyor aynı zamanda ülkenin resmi dili de Fransızca neredeyse bir tek kelime İngilizce bilen yok. Ama Gambiya da durum farklı burası da İngiliz Sömürüsü altında ve herkes İngilizce konuşuyor. Resmi dilde İngilizce ve tek bir kelime olsun Fransızca bilen yok.

Yolculuğumuz sonunda kalacağımız otele yerleşip dinleniyoruz.  Diğer gün için yapacağımız iş ise Diebering’te bir okul için yardım faaliyetleriydi. Sabah’ın erken saatlerinde Diebering’e doğru yola koyulduk. Diebering’te yaşayan tüm halk bir yerel gösteri hazırlığı yapmış bizim için. Burada bizim anlayacağımız kabile dansları ve farklı oyun tarzları ile çeşitli gösteriler yaparak kendi kültürlerini, geleneklerini bize sergilediler ve bence burası programımızın en güzel yeriydi. Burada programımız uzun sürdü tabi programın sonunda getirdiğimiz yardım malzemelerini takdim ettik.

Köy’ün meydanında yer alan belki de gördüğümüz en büyük Baobab ağacı vardı. Eskiden burada bu Baobab ağaçlarına taparlarmış ve ölülerini ağacın gövdesinden içine atarlarmış inançları gereği. Daha sonra önce Hristiyanlık, sonra İslamiyet gelince bu tarz inançlar terkedilmiş tabi ki. Diebering’teki bu program sonrası Oussouye kentinin Kralını ziyaret etmeye doğru yola koyulduk.

***

Kralın kaldığı yere gelince <bu sırada yağmur da yağıyor tabi> Kralda yağmurun yağmasından dolayı dışarı çıkamayacağını söyledi. Kralın inanışına göre dışarı çıkarsa yağmur duracakmış. O da yağmur durmasın diye dışarı çıkamam deyip bizi yanına almadı. Evinin içine de kimseyi almadığını ifade ederek yağmur olmadığı zamanda gelirsiniz diyerek bizi geri gönderdi. Ertesi gün yanına gittik tekrardan tabi kral Fransızca da bilmiyordu yerel dillerden birini konuşuyordu. Anlaşmak zor olsa da biraz muhabbet ettik. Tabi bu kralın ehemmiyet bakımından yerel halk ve kabileler arasında eskiden gelen bir gelenek olarak sürdürülüyor. Ama Kral yine de bölgede etkili bir isim.

Kral hiçbir şekilde evinden dışarı çıkmıyor. Onu ziyarete gelenleri ve onu görmek isteyenleri hep bizi de karşılamış olduğu alan içinde karşılıyor. Genellikle seçim zamanları siyasetçiler yanına oy için geliyorlar ve o bölgenin yerel yöneticileri yapamadıkları bir şey olursa ya da bir engelle karşılaşırlarsa Krala gelip  durumu çözüme kavuşturmaya çalışıyorlar. Daha sonra kralla bir hatıra fotoğrafı çektirip Cap Skiring’e doğru yola koyulduk. Dün Diebering’te yapmış olduğumuz program yerinde bir futbol maçı daha yapmak için sahaya geldiğimizde bu sefer Roof köyündeki gibi yerel halk ile değil futbol oynayan gençlerle karşılaştık. Tabi bu maç bizim için daha zor oldu. Bu maçı yendik tabi ama bu sefer maçı misafir olduğumuz için bize bilerek yenildiklerini apaçık belliydi. Kazanan yine dostluğumuz oldu.

***

Artık yavaş yavaş programımızın son günlerine yaklaşırken tekrardan Başkent Dakar’a doğru yola koyulduk. Geceyi Lac Rose (Pembe Göl)’ de bir otel de konaklayarak geçirdik. Sabah’ında Lac Rose da sandalla bir gezintiye çıktık. Bu göl’ün şöyle bir özelliği var anlatılana göre hava’nın güneşli ve rüzgarlı olduğu zamanlarda pembe rengini almasıyla meşhur. Bizim şanssızlığımıza tam anlamıyla pembeye dönüşmedi ama hafif bir pembemsi havası vardı. Ayrıca Lac Rose ‘dan tuz çıkarılıyor ve ülkenin tuz ihtiyacının büyük bir kısmı buradan gideriliyor ve bu gölde tuz çıkaran işçiler göle girerken bazı ilaçlar kullanıyorlar çünkü gölde normal şartlarda 15 dakikadan fazla durmak zararlı ve vücutta çeşitli yaraların çıkmasına sebep oluyormuş. Lac Rose’ daki bu deneyimimizden sonra safari yapmak için tekrardan yola koyulduk.

***

Safari için Bandian Parkı olarak bilenen alana geldik. Burayı Fransız ve Senegalli iş insanları ortaklığında bir işletme gibi. Burada safari için bir araç kiralanıyor klasik bildiğimiz safari ciplerinden. Ardından ormanlık alan içerisinde gezintiye çıkıyoruz ve bu ormanda yaşayan hayvanlardan hangileri ile karşılaşırsak artık onları doğal ortamlarında görmüş oluyoruz. Yırtıcı birçok hayvan yoktu bu ormanda olanlardan da bazılarını görebildik. Güzel bir safari deneyimi oldu. Orman içerisinde daha önce Diebering’ te bahsettiğim eski bir inançları olan Baobab ağaçlarına tapma ve ölülerini bu ağacın gövdesine atma hadisesinin örneğini bu ormanda büyük bir Baobab ağacı içinde insan iskeletinden kemik parçalarıyla görmüş olduk.

Safari sonrası Başkent Dakar da ülkenin en büyük üniversitesi Cheikh Anta Diop (Cite) Üniversitesini ziyarete gittik. Üniversitede ilk olarak anıt mezarı ziyaret ederek hikayesini dinledik. Üniversitede eğitim gören öğrencilerinde bulunduğu bir gemi Ziguinchor kentinden gemiyle başkent Dakar’a gelirken bir kaza geçiriyorlar ve geminin batması sonucu birçok insan hayatını kaybediyor. Hayatını kaybedenlerden 80 kişi Cite üniversitesinin öğrencisi ve okumak için Dakar’a gelirken geminin batması  sonucu yaşamlarını yitiriyorlar. İşte bunların anısına üniversitenin meydanında yer alan anıt mezarda onların ruhlarına birer fatiha okuyarak üniversitenin diğer bölümlerini ziyaret etmeye devam ettik. Üniversitenin bir binası tamamen Çinliler tarafından kurulmuş, Çin eğitim ve kültürünü inşa etme yönünde çeşitli çalışmalar yapılıyormuş sözde tabi ki; ama gerçeği şu ki Çin Afrika’nın yeni sömürü ülkelerinden birisi. Bu konuyla ilgili de araştırma yapmanızı öneririm.

***

Üniversitenin Ziraat Fakültesini ziyaret ederek bu fakülte de okuyan gençlerle ve akademisyenlerle yapmış oldukları çalışmaları yerinde görme fırsatını da edindik. Ziraat burada oldukça önemli bir alan ve tarıma dayalı bir toplum yapısı var. Bunun bir diğer nedeni ise doğal kaynakları kullanım açısından yeterli ekonomiye, güce ve teknolojiye sahip olmamalarının yanında birkaç ülkenin sömürüsünün altında olması halka tarımdan başka bir şey bırakmamasından kaynaklanıyor. Tarım faaliyetlerini ise insan ve hayvan gücüyle kullanmaları da geri kalmışlığın bir göstergesi olduğunu anlıyoruz. Ziraat fakültesinin ardından Üniversitenin Kütüphanesine doğru ilerliyoruz. Kütüphane yaklaşık 1700 kişi kapasiteli ve Batı Afrika’nın en büyük kütüphane olma özelliğine sahip. Kütüphanede yaklaşık 500 eser, çok az sayıda elektronik eserlerinde olması ve ders çalışma odalarıyla birlikte başta üniversitenin öğrencileri ve akademisyenleri olmak üzere yılda yaklaşık 8000 ziyaretçi alıyor.

Elektronik açıdan oldukça zayıflar. Yani internet bir araştırma, ödev, sunum, dosya, slayt hazırlamak gibi bir şansa sahip bile değiller. Çok az sayıda bilgisayar var ve bilgisayar kullanımı da bilen az maalesef. Üniversitedeki bu ziyaretimizin ardından hediyelik eşya bakmak için el sanatları pazarını ziyaret edelim dedik. Ülkemize dönmeden birkaç hediyelik eşya almaya gittik. Pazar alanında hemen hemen her şey el emeği ile yapılmakta. Ve satışa sunulmakta tabi ki el emeği de olması hasebiyle pek ucuz olduklarını söyleyemem. Burada biraz gezdikten sonra Büyükelçiliğimizi ziyaret ederek Konsolosumuzla biraz sohbet ettik ardından otelimize dinlenmeye gittik. Sabah erken gemiyle Goree adasını ziyaret edecek ve son ziyaret noktamızın ardından ülkemize döneceğiz.

***

Goree adası yani Köle adası olarak bilinen bu ada Afrika’nın köleleştirilmesini ve Avrupa’nın kirli yüzünü bize göstermiş oluyor. Bu adayı gezdiğimizde hala sömürgeciliğin izlerini taşıdığını görüyoruz. Yüzyıllar boyunca sırasıyla Portekiz, Hollanda, İngiltere ve Fransa’nın sömürgecilik faaliyetlerine sahne olan Senegal’de, köle ticaretinin ilk başlangıcı 16’ncı yüzyılın ortalarına dayanıyor. Tarihçiler, başkent Dakar açıklarındaki Goree Adası’na 1444’te gelen Portekizlilerin, Senegalli gençleri, o güne kadar tadını bilmedikleri alkolle sarhoş ederek Güney Amerika’ya giden gemilere bindiriyorlar ve oradan da köleleştirip Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde kullanıyorlar. Güney Amerika ve Avrupa’ya yolculuğun yaklaşık 2 ay sürüyor. Esirler, gemi güvertelerinin altındaki kapalı bir bölmede istiflenerek yolculuk yapıyorlar. Bu yolculukta birçok kişide hastalık ve açlıktan ölüyor, ölenleri ise okyanusa atıyorlar.

Bugün ise adaya sadece turistlerin değil, Senegallilerin de hem çalışmak hem de tarihlerini daha yakından tanımak için geldiğini görüyoruz. Turistlere bakınca şu sözü söyledim kendi kendime. “Dedeleriniz buradaki insanları köle olarak kullandı. Sizde nasıl kullandık diye bir gelip bakalım diyorsunuz. İşte Batı zihniyeti bu ki hiçbir zaman değişmez, sadece şekil değiştirir.

***

Goree adası tarihin o sahnelerini taşımakta hala. Adada sadece Senegal değil diğer Afrika ülkelerinden de köle olarak aldıkları kişileri bu adada toplayıp gemilerle gönderiyorlar. Adada kölelerin kalmış oldukları zindanlarda kölelerin yaş gruplarına göre ayrı odalarda kaldıkları ve o karanlık taş duvarlar arasındalar. Ve Avrupa’ya çaresizce gidişini beklemekten başka bir yol yok. Bu zindanların arkası okyanus ve okyanusa açılan bir yol var, işte bu yola ‘son çıkış kapısı’ veya ‘dönüşü olmayan yol’ tabiri kullanılıyor.

Köleliğin ve sömürünün izlerini taşıyan Afrika. Halen devam eden sömürüyle ne kadar mazlum bir coğrafya olarak kaldıklarını 10 günlük Senegal programımız ile görmüş olduk. Burada edinmiş olduğum tecrübelerimi ve bilgilerimi sizlere aktarmak istedim. Biraz uzun sürmüş olsa da nihayetine ermiş oldu. Umarım bir gün sizin de bir Afrika ülkesini ziyaret etme şansınız olur. Saygılarımla…

Abone Ol 

Kadir Küçük

Site Yöneticisi ve Kurucusu I Araştırmacı I Yazar I Şair I Web Site Mimarı

Bir Yorum

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu