Yirmili Yaşların Sendromu
Yirmili yaşlar; her zaman en büyülü olan, göze en çok hitap eden, dizilere ve kitaplara tutkulu aşkıyla, estetiğiyle her zaman konu olan, yaşamın en güzel yılı diye genel kabul gören o 10 yıllık dilim. Bu yaş aralığını romantizme doyurmayı seven bizlerin, geri planda bırakıp görmediği bir sendrom da beraberinde geliyor mudur sizce?
Doğuyoruz ve etrafımızda ailemiz var, ilk defa okula başlıyoruz ve etrafımızda aynı yaş grubundan, aynı şeyleri öğrenmeye çalışan ve hala yolda yürürken anne ve babasının elini tutarak karşı karşıya geçen bizler; ortaokul döneminde de bu aynılığını devam ettirerek ilk defa belki kendimize ait bir dünyaya giriş yapmak üzere lise dönemine geçiş yapıyoruz. İlk defa kendimize yaklaşıyoruz belki kendimizden uzaklaşıp, sonrasında bunu fark edip kendi içselliğimize geri dönüyoruz. Sigarayla, eğer çok muhafazakâr bir çerçevede değilsek belki alkolle tanışma olasılığımızın arttığı evrene geçiyoruz. İlk defa sorguluyoruz belki, bilincimiz yeni yeni oturuyor ve tüm bunlar olurken bizleri asla evde anlamayan anne babalar yerine arkadaş grubumuzla her şeyi paylaşarak birbirimize tutunuyoruz. Çünkü farklılaşmaya başlasak bile her birimizin ailesi bizleri anlamıyor, her birimizin önünde kocaman bir stres yükünü bizlere yükleyen üniversite sınavı var ve hepimizin dış görünüşü değişiyor. Kimisi daha popüler akımları takip ediyor kimisinin sivilceleri çok fazla canını sıkıyor kimisinin ise gerçekten ailesi anlamıyor.
Sonra bir evre başlıyor ve ilk defa kopuluyor belki. Belki incelen bir ipin üzerine daha da keskin bir bıçak değiyor. Artık farklıyız biraz, çünkü farklı bölümlerde muhtemelen farklı şehirlerde birileri aile evinden taşınırken diğerleri aile evinde kalırken farklı derslerde, bizi sürükleyen farklı ortamlarda birbirimize ya bunları katacak kadar hala sağlam arkadaşlığımız devam ediyor, farklı ortamları birbirimize katıyoruz ve birbirimizi çoğaltmaya devam ediyoruz ya da iletişimsizlik kapımızı çalıyor. Fakat bu evre de bile hala umut var, çünkü hepimizin dersleri var hepimizin vize haftaları, geçmesi gereken kritik sınavları var, yaşama mücadelesi yine yakın. Sonrasında ise, bambaşka bir noktaya evriliyoruz. Bir bakmışız yıllar geçmiş; birileri evlenmiş hatta çocuk sahibi olmuş, birileri CEO bile olmuş olabilir bir diğerinin ehliyeti yokken, birileri kariyer basamaklarını hızlı hızlı çıkarken bir yanda işsiz arkadaşı belki kendi işini kuran bir arkadaşı belki de her biri… İlk defa bu kadar farklıyız. İlk defa okuldan çıkıp eve beraber yürümüyor, ilk defa farklı şehirlerden paylaştığımız vize haftaları yok. İlk defa bu kadar farklıyız. Yabancılaşıyoruz, birbirimizi anlamaktan uzaklaşıyoruz. Birilerinin dünyası birilerinden hep daha çok genişliyor, diğerlerinin biraz aynı kalıyor ve onlar sanki hep daha çok mutlu oluyor 😊
Tüm bu karmaşa sürüp giderken, insan kendini nerede kaçırdığını soruyor kendine. “Kendime yaklaştım mı? Ne yapıyorum bu hayatta? Mutlu muyum? Diyete mi başlasam, spor mu yapsam? Önümüzdeki Pazartesi’den itibaren düzenli kitap okuyacağım. Yarın yeni hayatımın ilk günü” gibi bin bir çeşit soru, sorgu aklımızın içinde. Nerede olursak olalım, kendimize yetişme mücadelesi var, kaçamadığımız. Bazılarımız potansiyelleriyle sınanıyor, daha fazlasını istiyor çünkü yapabileceğini biliyor ve fırsat kovalıyor; bazılarımız yalnız kalmaktan korkuyor, bazılarımız çektiği sıkıntılardan kurtulmak için statü peşinde koşuyor ilk defa değer yaratıyor hayatında kendi aklının ve vicdanının ölçüsünde. Hayat akıyor.
Yirmili yaşları güzel olarak kabul etmek çok kolay. Çok güzel de. Fakat içerisinde inanılmaz bir sarsıntı da barındırıyor. Kuracağımız hayatın sarsıntısının ta kendisini.
Hayat kayıyor bir şekilde, bari en mutlu olduğumuz şekilde kaysın 😊