İyi Kalmanın Mümkün Olmadığı Dünyada İyilik Gücün Mü?
Benliklerimiz, birbirinden farklıdır. Ruhlarımız sadece bize özeldir, bizi biz yapan ana dinamiktir. Doğduğumuz andan itibaren, çevremizden aldıklarımız, ailemizin bizlere öğrettikleri, gittiğimiz okulda edindiğimiz sınıf arkadaşlarımız, sokakta oynadığımız çocuklar ve nicesiyle sayamadığım bin bir çeşit etken, ruhumuzu şekillendirir. Bazen onarır, bazen iyileştirir, bazen sürükler. Bazen ev gibi hissettirir bazen uzaklaştırır. Bazen yıkar.
Kötülük, büyüdükçe anladığımız ve içine hapsolduğumuz bir olgudur. Kimse kötü doğmaz ama bazıları daha az sevilir. Kötülük sevgisizliktir. Bu dünyada ise, sevgisiz birçok insan vardır. İşte bu noktada, sakındığımız sevgiler bizleri dünyadaki kötülükle buluşturur.
İnsan büyüdükçe, hatta çocukken karşılaşır ilk defa kötülüğün ne olduğuyla. Daha da yaş aldıkça fark eder ve anlar ki insanın elinde olmayan nedenler bazen kişileri kötülüğe itebilir. Sevgisiz büyümüş bir çocuğun dikkat çekmek için okulda yaptıkları yaramaz tavırları, sürekli aile tarafından komşu çocuklarıyla kıyaslanan çocuğun kendini yeterli hissetmek için ortaya koyduğu dışavurumları, babalar sever ama belli etmez diyerek taş gibi kalpleriyle bir kere bile başlarını okşamadıkları çocuklarının yalnızlığı daha da anlaşılır kılar hayatın içindeki karalığı.
Bu karalık, insanın içinde tuttuğu leke gibidir. Lekeyi silemezsiniz. Eğer lekeyi silebilseydik, insan olamazdık. Çünkü tıpkı iyilik gibi kötülükte insanın doğasında var olan, insanı insan yapan başlıca etkenlerden gelir. Kötülük, sanıldığı kadar kötü müdür? Yoksa kötülüğü beslemek mi kötüdür?
İnsan, belki kötülüğün lekesini ilk kez kendisinde belki de ailesinde, babasında, arkadaşında, öğretmeninde, akrabasında görse de görmüştür artık. Gördükçe, meşrulaştırdıkça lekeye sahip çıkar. Bazen bu lekeye sahip çıkması kişi için kutsaldır çünkü belki de elinde kötülükten başka hiçbir şey yoktur. Ve insan olabildiği tek yan, kötü yanıdır. Bu noktada, belli bir bilince ulaşınca insan nereden beslendiğini fark etmeli ve içindeki karanlığı ne kadar çok beslediğini düşünmeli.
Hayatta her seçim bize ait değil, hatta bizim seçimlerimiz sandıklarımız bile. Hepsi etkilenmiştir bilinçaltımızdan ve bizim sandığımız bilinci yaratan çevreden, insanlardan. Gün içerisinde okuduğumuz haberlerin bile bizlere farklı farklı geri dönüşleri, bilincimize farklı farklı etki edişleri söz konusu olabilir. Bizim kontrolümüzde olmayabilir bazen sevgisiz bir çocuk olarak kalmak bazen kıyaslanmak bazense hiç başımız okşanmadan yatağa gönderilmek. Bazen içimizdeki kötülüğü besleyen nedenlere baktığımızda, bizlere bunu veren insanların içindeki o eksik kalan yanlarını görürüz, anlarız ve daha da çok dehşete düşeriz çünkü sonsuz bir döngü içerisinde seyreder tüm bu leke alışverişi. Evet, lekeler alışveriştir. Çünkü yine insan yaratır, insan taşır ve insan aktarır bir diğerine.
Bu noktadan sonra artık daha da fark ettikçe, özümsedikçe insan kendi içerisinde geri dönüşü olmayan bir ayrıma girer. Hangi tarafını beslemeli? Çünkü iyilikte, kötülükte insanı insan yapan iki zıt değerdir. İkisi de insanın bir parçası, doğası. İkisiyle de insan olabiliriz ama her ikisiyle bir ömür insan kalabilir miyiz, işte bu bizlere kocaman bir soru işareti oluşturmaktadır.
İnsan, iyi yanını beslediği kadar insandır. Kötülüğü gören, kabul eden ama yine de insan yanını sevip, ruhuna iyi gelen şeyleri arayan, kendini geliştirmekten vazgeçmeyen, “hayatta birçok doğru olabilir ama en doğru benim doğrumdur” deyip diğerlerini ötekileştirmeyen, seven ve sevdikçe çoğaldığını hisseden insan, insandır.
İyilikten beslenmek hatta bu kapital düzende tüm var oluş mücadelesini paraya ve paranın getirdiği güce satan bireylerin içerisinde nefes almak, bazen durmak ve dinlenmek ve iyilikten güç almak imkânsız gibi görünmekte hatta imkansıza yakın. Tam da burada insan, ne kadar insan kalacağına içindeki iyiliği ne kadar beslediğiyle cevap vermektedir.
İyilik, bazen göreceli bir kavram bile olabilir. Fazlası zehir gibi tüketebilir bireyi. Eksikliği ise çok farklı şekillerde dışa vurdurur kişinin lekesini, karanlığını. Ama insan dünyada var olan tüm bu hırsın, acımasızlığın ve çok sınıflı yapının üzerine kafa yorduğunda biraz olsun fark edebilir sevgisizliğin ne kadar büyük şeylere neden olabildiğini ve tüm insanlığı nerelere sürüklediğini. En başta, sevgisizlik bizim içimizdeki kötülüktür. Sevgiye karşı savaş açtıkça iyi kalmamız ve iyiliği bulup dinlenmemiz, huzurlu bir uyku uyumamız, günlük rutinlerimizi bile huzurlu yapmamız mümkün değil, mutluluk ve huzuru bulmanın bu kadar zor olduğu günümüz dünyasında bir de üzerine içimizde taşıdığımız lekeyi büyütmek sadece kamburumuzu arttırır. Hiçbir para, hiçbir hırs, hiçbir güç yok etmez bu kamburu. Belki yokmuş gibi davranmak zorunda bırakır ama karanlıkta insan kaldığında tek başına, duvarlar geldiğinde üstüne üstüne, o an nefes alamamasının nedenini hisseder ve sakladığı kamburu ona kendini hatırlatır. Tam da böyle nefes alınamaz bir durumda, insan ancak iyi yanını beslerse insan kalır.
Ve sonuçta ne olursa olsun; insan, insan kalırsa eğer yaşamış sayılır bu hayatı.
Şimdi sor kendine: İyilik Gücün Mü?