Bu yazıyı yazmaya o kadar hevesliyim ki! Kafamda neler yazacağıma dair bir planlama yapmadım çünkü biliyorum ki bu kitapla ilgili düşüncelerim ben farkına varmadan satırlara dökülecek ve akıp gidecek. Çok etkileyici, çok dokunaklı, çok naif bir kitapla karşınızdayım. Fransız yazar Eric Holder’ın “Matmazel Chambon”u orijinal adıyla “Mademoiselle Chambon”. Bu kitapla tesadüf eseri kitaplığımı karıştırırken tanıştım. Çok önceden eklemişim meğer kütüphaneme. Elime aldığım anda mutlaka okumam gerektiğine dair bir hisse kapıldım. İyi ki de kapıldım.
Kitapta ele alınan konu çok da orijinal değil aslında. Farklı sosyal statülere, farklı yaşantılara ait iki insanın imkânsız aşkı. Fransa’nın renksiz ve küçük bir kasabası olan Montmirail’de yolları kesişen öğretmen Véronique ve adını dahi yazmakta zorlanan duvar ustası Antonio. Antonio, Véronique’in öğrencilerinden biri olan Kevin’in babası. Véronique, karşısına çıkan fırsatları değerlendirmemiş, sıradan veya bilerek sıradanlaşan, iç huzursuzluğuyla debelenen bir kadın. Antonio’nun ise tek derdi alın teriyle ailesinin geçimini sağlamak. Bu ikilinin tanışması, hayatlarında geri dönüşü olmayan bir uçuruma sürüklenmelerine neden olur. Tutkulu fakat ürkek adımlarla başlayan aşkları asla gerçekleşmeyecek bir çıkmaza dönüşür. Bu çıkmaz onları büyük bir mutsuzluğa iter. İmkansıza karşı boyun eğmekten başka çaresi olmayan aşıklarımız, kavuşamamakla birlikte eski yaşantılarına da bıraktıkları yerden devam edemezler ve büyük bir buhran geçirirler. Bu buhran her şeyi farkında olan Antonio’nun çaresiz eşi Anne-Marie’yi de etkiler.
Yazar romana bu insanların maruz kaldıkları psikolojiyi dönemin ekonomik şartlarını, çevrelerini sarıp sarmalayan monoton taşra yaşantısını ve hayata olan tatminsizliklerini de göz önünde bulundurarak öyle güzel işlemiş ki… Karakterlerin iç dünyalarının ve psikolojilerinin yansımasını mekân ve nesne tasvirlerinde görebilmek de bana olağanüstü bir okuma zevki yaşattı. Véronique’in tek göz odasında, kırık dökük eşyalar arasında içini döktüğü defterden cep diplerinde kalmış sarı liralara… Antonio’nun Véronique ile karşılaşmaya utandığı pis, alçılı işçi tulumundan Anne-Marie’nin çalıştığı atölyede içeri güneş ışığı sızdıran yüksek pencereye kadar…
Romanda kimilerince sorun teşkil edebilecek benimse çok hoşuma giden bir özellik var. Bir paragrafta bile sıkça zaman değişebiliyor. Kimi zaman -diler hüküm sürerken yerini -mişler, -yorlar alıyor. Bununla birlikte iç konuşma mı, diyalog mu, yoksa yazar söylemi mi anlayamadığımız kısımlar karşımıza çıkıyor. Bu benim kitabı daha da sevmemi sağladıysa da bu üslûptan rahatsız olabilecekler için bir uyarı olsun.
Kitabı kapattığım an bu samimi ve gerçek aşkın yaşanamamasının burukluğu içinde boğuldum. Bu tadı damağımda kalan eşsiz romanı okuyun, okutturun. Ayrıca beyaz perdeye de yansıyan aynı isimli filmine de göz atmanızı tavsiye ederim. Keyifli okumalar ve keyifli seyirler dilerim.