SEVMEDİĞİMİZ SABAHLAR KADAR MIYIZ?
Uzun soluklu ve zorlu öğrencilik yılları bitince, toplum tarafından bir an önce iş bulunmanız beklenir. Aslında yıllarca öğrenci olduğumuz evreden, iş bularak farklı bir evreye geçmek sanıldığı kadar kolay değildir. Özellikle Türkiye’de istihdam sıkıntısı son raddeye gelerek gençlerin üzerinde oluşturduğu dayanılmaz baskıyla, üniversiteden mezun olup hemen iş bulabilmek pek mümkün değildir. Hem işin kendisini bulmak, hem de seveceğimiz işi bulmak ayrı ayrı zorluklar barındırır içerisinde.
Üniversitede kendi konfor alanından hiç çıkmamış, kendine bir şey katmamış ve öğrenmeye hevesli olmayan bir öğrencinin Türkiye’de mezun olduktan sonra özel sektör alanında iş bulması pek mümkün değildir. Hem neo-liberal dünyanın getirisi hem de “sen olmazsan başkasını buluruz” şeklinde işverenlerin karşısındakini “birey” yerine sadece “eleman” olarak görmesinden dolayı, bu tarz öğrenciler sadece üniversite okumuş öğrenciler olarak kalırlar. Tabi iyi bir sermaye ve güzel bir girişim kafasıyla bunu değiştirebilirler. Bunun dışında, bir de emek verenler vardır. Belirsiz bir geleceğe koşarken içlerindeki umuda tutunurlar. Umudun kendisini de ararlar yolculuklarında. Çünkü tutunmak zorundalardır ve bazen tüm dünya pes etmelerini söyler. Sonunda muhtemelen Türkiye ortalamasının bariz bir şekilde üzerinde ama ortalama bir Avrupa gencine göre oldukça düşük bir seviyede mezun olarak, emeklerinin karşılığını almayı beklerler. Olması gereken de budur. Emek, karşılığının verilmesi gereken bir kavram olarak öğretilmiştir bizlere çocukluktan beri.
Bu emeğin karşılığını Türkiye’de aramak sanıldığı kadar kolay değildir. Sevdiğiniz işi bulmak bir yana, sevmediğiniz bir fırsat karşınıza çıktığında başka bir seçeneğiniz olmadığı için, ya başka iş bulamazsam düşüncesi ile o sevilmeyen “fırsata” tutunarak hayatınızı devam ettirmek zorundasınız çünkü en nihayetinde her birimiz para kazanmak zorundayız. “Para her şey değil, ruhunu teslim etme” gibi tatlı cümleler ise sadece havada kalan ve aslında tüm anlamını yitirmiş olan cümlelere bürünmekte, çünkü para her şey olmayabilir fakat çok şey. Hobilerimizin devamlılığını sağlayan, karnımızız doyuran, ihtiyaçlarımızı karşılamamıza yarayan bir kağıttan bahsediyoruz. Özellikle yıllarca okutup büyüten aileler bizzat görmek istiyor kendi çocuklarının onca uzun yıllardan sonra nasıl iş sahibi olarak, ayaklarının üzerinde durduğunu.
Hayat maalesef tam bir paket olarak gelmiyor karşımıza. İçerisinde birçok engeller, çıkmazlar bulunuyor. Türkiye’de ruhumuza dokunan kariyeri inşa etmekte bu çıkmazlardan biri. “Eleman fazlalığı” işverenlerde empati yeteneğini tamamen sıfıra indiriyor, 1 saat fazla çalıştırmayı ise kar sanıyor. Fakat o “eleman”dan verim almak isteyen bir işveren, aslında “eleman”ın ihtiyaçlarının farkında olup, sosyal hayatına ve aile yaşantısına önem verir. Çünkü insan, insan olursa verimlidir. Robota dönüştüğünde bir noktadan sonra tüm mücadelesini hiçe sayar ve pes eder.
Ruhumuz, robotlara dönüşmesin. İnsan kalmanın yolunu, kariyerimiz ile bulamamış olmak büyük hayal kırıklığı olsa da kitaplarımız, müziklerimiz, arkadaşlarımız, gezip görerek gelişme isteğimiz ve daha nicesiyle korumalıyız kendimizi. Her birini elde etmek için de sevmediğimiz sabahlara uyanmak zorundayız. Çünkü ruhumuzu beslerken, ruhumuzun beslendiği şeyleri beslemekte kariyerden geçiyor.