Genel
Leo Strauss
Leo Strauss
Leo strauss düşünsel gelişim sürecinde Albert Wohlstetter ile birlikte, ABD’de yeni-muhafazakar hareketin felsefi fikir babası olarak kabul edilir. Strauss, lise döneminden itibaren Siyonist hareket içinde yer alır. Birçok alanda eğitim alan Strauss 1920 yılında hazırladığı doktora tezinden başlayarak, 1929 yılına kadar olan erken dönemde, inançlı bir Siyonist olan Strauss, öncelikle Yahudi kültürü ile ilgilenir. Strauss, erken dönemde, Spinoza’nın yahudi Ortodoksluğu eleştirisini, dünyevi rasyonel momentlerle bağdaştırma çabası ile siyasal olana yaklaşmaya çalışır. Bu dönemde, Yahudilik üzerinde sürdürdüğü çalışmalarda, yaşamı boyunca düşün dünyasını belirleyecek ve eserlerinin merkezini oluşturacak olan, felsefe ile Teoloji arasındaki bağlantıyı tamamlamayı hedeflemektedir. Düşünsel gelişimin orta döneminde, felsefe ile Teoloji arasındaki bağlantıyı bir adım ileri taşır. Bu dönemde, siyasal-teolojik sorunu derinleştirerek irdelemeye çalışırken, tarihsel olarak Spinoza’nın gerisinde kalır. Stratuss’un düşünsel gelişimine hakim olan Anglo-Amerikan sosyal bilimin etkisi, nasyonal sosyalizm iktidarı döneminde ABD’ye yerleşmesiyle birlikte giderek artar. Düşünsel faaliyetin üçüncü aşamasına damgasını vuran ABD’nin siyasal tarihi ile ilgili çalışmalarını başlatır. İlk olarak Strauss, birçok metninde görülen, anayasa sorunları ve Amerikan siyaset bilimi tarihi gibi, özgün ABD konularında yoğunlaşmaya başlar. İkinci olarak ABD’de yeni bir konu olan ve ilgi uyandıran modernite eleştirisini daha fazla öne çıkarır. Modernite eleştirisini, “Natural Right and History” başlıklı makalesinde, Amerikan düşün bilimlerine içkin olduğunu söylediği, pozitivizmi ve tarihselliği eleştirerekgenişletir. Yeni çevrenin üçüncü etkisi ise, göçmenlik olgusundan dolayı, anadilinde yazamamaktan kaynaklanan sorundur. 1959 yılından itibaren, kendisi için temel saydığı konuları, metodolojisinin geliştirdiği ve kendi etkisinin bilincinde olarak programatik metinler kalem aldığı dördüncü dönem başlar.
Strauss’un Aşamalı Felsefesi; birinci olarak Strauss, araştırmalarının çoğunda, amacı, klasik antikçağ siyaset felsefesinin yeniden inşa edilmesi olan bir düşünür şeklinde tanımlanır. Strauss konusunda karşılaşılan ikinci değerlendirmede, felsefeci, modernitenin büyük bir eleştirmeni olarak tarif edilmektedir. Üçüncü değerlendirmede ise Strauss, siyaset bilimine etkileri itibarıyla, güncel hedefleri olan bir düşünür olarak karşımıza çıkmaktadır. Kuramsal ve yöntemsel temeldeki dördüncü değerlendirmede, Strauss, kitlelerin ulaşabileceği ekzoterik ayrımıyla, liberal bakışa ters düşen, hatta anıt-liberal bir düşünür olarak kategorize edilir.
Strauss ve Siyaset Felsefesi; Strauss için doğrudan siyasal bir soru olduğundan, felsefe onun için sadece siyaset felsefesi olarak düşünülebilir. Öncelikle siyaset felsefesi, iyi ve kötü olan hakkında oluşan yargılarla ilgilenir ve onlar hakkında bilgilenmeyi hedefler.
“İkinci Mağara” olarak Modernite; Strauss eleştirisini tarihsellikle, pozitivizm ve modernitenin doğa ile ilişkisi şeklinde üç ana başlıkta ele alır. 1-Tarihçilik, olarak Strauss, özellikle Almanya’da, Nietzsche ve Heidgger tarafından üne kavuşturulan ve siyaset felsefesinin yıkılmasına neden olarak gösterdiği, düşünce akımını ifade eder. Tarihçilik, siyaset felsefesinin gelişme projesi için birçok anlamda tehlike ve engel teşkil eder. Strauss bu tehlikeleri şöyle sıralar; – ilkesel olarak, tarihçilik felsefe için tehdit oluşturur. – Tarihçilik, siyaset felsefesinin amacı ve var olmasının koşulu olan, aynı zamanda ve siyasal olanın doğasının varlığını kabul eden yaklaşımı inkar etmesi nedeniyle, siyaset felsefesini tahrip edici bir niteliğe sahiptir. – Strauss için kaçınılmaz olan iyi yaşama ve iyi toplumsal düzene dair soru, tarihçilik için zorunlu olmamakla beraber, böylesi soruların ortaya çıkması tarihsel kaderle açıklanır ve bu nedenle tarihsel meşruluk ve görecelik kazanır. –Tarihçilik için, insan doğası ile ilgili temel sorular dikkate alınmadığı gibi, olası soruların yanıtlanması için kesin belirlenmiş kriterler de mevcut değildir. –Tarihçilik, bilgilenmeyi zamansal kadere bağladığından, tarih, bilimin dayanaklarını sunan bir moment olarak algılanır. 2- Strauss’un ikinci eleştiri noktası, pozitivizmi hedef alır. Pozitivizm olarak nitelendirdiği bu duruşun temeli, Strauss’a göre iki noktada ele alınır. Birincisi, olan ve olması gerekenler ise, sadece gerçeklikler algılanabilir olduğundan, bilim bu gerçekliklere değinmekle sınırlıdır ve “değer yargısızlık postulatı” olarak kavramsallıştırılır.
Pozitivizm, Tarihçilik ve Siyasal Olanın Kavramı Modernite Eleştirisi; Felsefe ve doğa bütünlüğünün çerçevesini üç temel noktada şekillendirmek mümkündür. 1- Doğası gereği insan, her zaman bir topluluk içinde yaşamak durumunda olduğundan, siyaset, farklı kültürün taşıyıcısıdır ve asla kültür tarafından oluşturulmayan doğal bir gerçekliktir.2- Doğa, değişmez bir ufuk olarak, zaman ötesi bilginin teminatı olduğundan, tüm felsefi anlama ve algılamanın odaklandığı nokta ve referansıdır. 3- Siyaset felsefesi zorunlu olarak normatiftir ve bu normatifliği ancak doğa tanımlayabilir.
Muhafazakar ideolojinin, Strauss ile bağlantı kurmasındaki ana hatlar şöyle sıralanabilir; -Strauss’un Platon’dan Spinoza’ya kadar geniş bir yelpazede irdelediği siyasal düşünceler tarihinin klasik düşünürleri hakkındaki çalışmaları, günümüzdeki araştırmalara sıklıkla değerlendirilmektedir. – Strauss tarafından savunulan ve eski Yunan felsefesi doğrultusunda geliştirilmesi gereken bir siyaset bilimi, ampirik ve somut siyaset kavramı arayışında olan eğilimler tarafından, siyasal olandan uzak, muhafazakar ve gerici şeklinde değerlendirilebilir. – Düşünürün, muhafazakar ideolojiye sunduğu en önemli katkı, etkili olduğu kadar sorunlu olan yöntemidir.
Halper ve Clarke, Strauss’un yeni-muhafazakarlarla arasındaki bağlantının düşünsel boyutunun, Strauss’un, her ikisi de Weimar dönemindeki deneyimlerinden kaynaklanan iki temel görüşü çerçevesinde şekillendiği belirtmektedir. – Demokrasiler, tiranlık eğilimlerine doğrudan karşı gelmedikleri sürece, kendi paradigmalarını sürekli bir biçimde uygulamaya koyma gücünden yoksundur. – Aydınlanma, dini değerleri yozlaştırmaktadır ve tiranlıklar, bu sebeple ortaya çıkmaktadır.