VAR OLUŞLAR AŞKINA
Bazen bir yerde yemek yerken, bazen bir kahve içerken, bazen spordayken bazense sokakta öylesine yürürken… Fark ediyorum ki bu dünyaya gerçekten çok fazlayız. Çok fazla insanız. Bu kadar insan olarak biz ne yapıyoruz?
Şimdi kadere inanılım ve her birimizin asla kaçamadığı ve yenilmek zorunda olduğu kudretli yazgısına bakalım. Her birimizin kaderi, hayal ettiğimiz şeylerle mi dolu? Her birimizin kaderinde, kendimizi bulduğumuz ve benliğimizi yarattığımız, sonsuz huzura erdiğimiz o yolculukla mı dolu? Yoksa insan mutluluğu artık bir amaç olarak görmeyi bırakıp, lütuf mu saymalı?
NE KADAR “BEN”SİN?
Ben olmak, sanırım içsel huzuru her şeye rağmen bulmak ve onunla yaşadığın için mutlu olmak, benliğine tutunmak demek. Hayattaki olumsuzlukların, ihanetlerin, suçlamaların ve suçların sonu gelmez fakat buna rağmen kendini, kendine ait hisseden ve yapması gereken şeyi yapan insan bu hayatta yaşamak için gerçekten bir şeye sahip olan insandır. Şanslıdır, eğer ne yapmak istediğini küçüklükten bulmuş ve ona doğru yürümüşse en şanslılardan biridir.
Ben olmak, bazıları için daha karmaşık olabilir. Denemek ve yanılmak mecburiyetinde kalabilirler çünkü birden fazla yetenekleri, ilgi alanları veya çok yönlü ve kapsamlı hayalleri olabilir. Bu durumda ise ne bulunduğumuz toplumun dinamiği ne de eğitim hayatı bizlere denemek ve yanılmak için alan vermez, zaman vermez aksine tek tip oluşturmak istediği toplum yapısına hizmet ettirmek için köreltir ve renkleri yok eder.
Yok olmuş renklerimiz ve bir yerinden tutunamadığımız hayallerimiz fakat köreldiğimizi de içten içe bir tek bizim bildiği o hayat yolculuğunda artık nefes alacak vakti bulmadan üzerimize düşen rolleri yerine getirmek için kendimizden uzaklaşmak ve artık kendimizi sevmeden iyileşemeyeceğimiz o kafayı yeme noktasına geldiğimizde elimizde benden ne kalacak?
BAŞKASININ ZİHNİ BENİM BEDENİM
İkilem, artık kendini oluşturdu. İçinde var olduğumuz çevre her ne ise -bu iş olabilir, evlilik olabilir bir aile olabilir- o çevrenin içinde ben(miş) gibi var olduğumuzu sanarak ama aslında zihnimizin içinde bastırdığımız renkleri her ne kadar zor olsa da arka plana atıp görmezden gelerek mutluluk rolünü yapmaya başlayabiliriz.
Geceleri yalnız kaldığınızda veya aileniz tarafından uygun görülmediği için gidemediğimiz bölümün içinde bulunduğu fakültenin önünden geçerken bu renkleri görmezden gelmek en zor şeylerden biri olabiliyor hayatta. Birini öldürüp sonra kaçmaya benziyor. Fakat burada öldürülen şeyin nefesi fiziki anlamda kesilmiyor; yaşatıyor, gülüyor, yediriyor, içiriyor hatta arada mutlu bile hissettiriyor ama kocaman ve hiç geçmeyen boşluk hissi yaratıyor.
BOŞLUK GRİ MİDİR?
Boşluk, içimizden tam akıp gitmediği için ve umutlarımıza açık kapı bıraktığı için gridir. Siyaha boyayıp sonsuza kadar yok etmek veya renklendirerek kendi içimizde çiçeğe bakıp beslemek tam olarak insanın tek başına vereceği mücadelede saklıdır. Bu mücadelede, destek bekleyenler yenilir. Başkasından umut bekleyenler yenilir. Çünkü o destek asla gelmez, anlaşılmazdır insan. Anlaşılamadıkça da delirtir, delirttikçe büyütür boşluğu. Bu kadar kopmaya gerek kalmadan, taşma seviyesine gelmeden aksiyon almalı insan. Kendisi için büyümeli ve adım atmalı. Fakat ne zor o adımı atmak…
O adımı atmakla beraber hayattaki mecburiyetlerimizi tarttığımızda hangisi ağır gelir? İçinizde sevip besleyip kimseye anlatmadığınız bir hayaliniz ve bir de rasyonel karar alarak okuduğunuz bir bölümünüz varsa, aileniz size destek değilse ne ile hayallerinize koşmayı planlıyorsunuz? Veya bir anne bir babaysanız çoktan ve içinizde kalan bir hayat varsa, yeniden sevdiyseniz yeniden ilgi duyduysanız veya hiç fark etmediğiniz bir şeyi fark ettiyseniz…
Göze alıcaklarınız hayalleriniz için değer mi?
İnsanın benliğinde saklıdır bu cevap. Belki de hiç fark etmediği benliğinde…
Oldukça güzel, iyi bir pencerenden yazılmış düşündüren bir yazı emeğinize sağlık.