Farkındalık

Tezat İlişki: Pes Etmeyi Bildiğin Yerde Güçlü Oluşun

İnsanoğlunun çeşit çeşit olan tüm isteklerinin altında yatan, onu farklı ve diğer şeyleri istemeye yönlendiren; bu isteklerle bazen hırsına yenik düşürtüp, elde ettiğinde ise zevkten dört köşe ettiren tek bir merkezi istenç var. Bu, GÜÇ’tür.

Evet, insan güç ister. Hatta bazen Tanrı’nın bile gücüne erişmek, Tanrı olmak ister. Belki de insanoğlunun tüm hikayesi Tanrı olabileceği kadardır ve Tanrılaştığı an bitecektir. Fakat tam içinde bulunduğumuz şu an ve dakikada, mühim olan GÜÇ İSTENCİ’nin ne olduğunu kavramaktır.

İnsan, yenilgiyi sevmeyen; istedikleri şeyi elde ettikten sonra bile hep daha iyisini ve yenisini isteyen, doyumsuz bir türdür. Elindekilerinin kıymetini ancak kaybettikten sonra anlayacak kadar sarhoş olabilmektedir.  Özellikle nefsini terbiye edememiş ve komplekslerini kapatmanın yolunu isteklerinin hep en gösterişlisini ve lüksünü elde etmekle ancak bir nebze bulabilmiş insanlar içinse bu sarhoşluk daha da üst seviyelerde yaşanmaktadır.

Biz bu hikayede, bir şeyi elde etmenin mutluluk veya sarhoşluğa olan etkisine değil; istediğimiz halde yine de vazgeçebildiğimiz durumların bazen asıl güç mekanizmasının ta kendisi oluşundan bahsedeceğiz.

Bir insan, bir kitap, bir eşya, bir cihaz, …

Ne olduğu fark etmeksizin insan bazen bir şeyi, diğer şeylerden daha çok ister. En çok onu ister, onu düşünür, onu takıntı haline getirir, onunla uyur, onunla uyanır. Belki bu durumun heyecanını yaşamak ilk etapta güzeldir çünkü rutin hayatımıza bir aksiyon gelmiştir, çekicidir bu heyecan bizim için. Bir şeyi/ kimseyi elde etmeye çalışmanın tatlı heyecanı belki bize bile iyi gelecektir. Hayatımızın yeni rengidir, uzaktan da oldukça hoş gelir. Peki her istediğimiz şey bizim iyiliğimize midir?

İnsan nefsini doğru kontrol edemediği zamanlarda, isteğinin gözünü tam olarak kör ettiği bir evreye girer. Bu noktada, daha fazla isteğinin kendisi için iyi veya kötü olduğuna dair tutarlı bir muhakeme yapamaz. Çünkü bir kere istemiştir ve o istek onun tüm bedenini ve zihnini ele geçirmiştir. Tıpkı bir maddeye bağımlı olmak gibi, insan elde etmeye ve başarmaya da bağımlı olabilir. Bunun adı HIRS’tır. Gücün belki en çok tetiklendiği duygumuzun ta kendisidir.

Farkındalığımız yüksekte olsa, en akıllı biz de olsak o istek tüm elde etme hırsıyla beraber vücudumuzu sardığında dünyanın en düşünemeyen insanı olabiliriz. En nihayetinde insanız ve bu durumun kumarında, kaybolmak hep daha yüksek bir olasılıktır. Bedenimiz ve zihnimiz hırstan beslendiği müddetçe bizi ele geçirecek her isteğin artık kölesi olmuş durumdayızdır. Biz, artık kendimiz için bir şey istemiyoruz; takıntılı biri konumunda artık sadece istek için istiyor durumuna gelen bir kul olmaktan farkımız kalmamıştır.

Bu sürecin tam bu anında, insan kaybolmaya en yakın yerdedir. Uçurumun bir ucunda, düşüp düşmeyeceği belirsiz bir şekilde sallanıp durabilir. Bu sallantı, aylarca devam edebilir. En kötüsü de bu isteğin ona ne kadar zarar verdiğini bildiği halde vazgeçemiyor oluşudur. Fakat artık vakit, vazgeçme vaktidir.

Vazgeçme vaktimizin geldiğini anladığımız an, fark etmemiz gereken şey her durumda istediğimizi almak değil; bize kötü gelebileceğini gördüğümüz an pes etmenin, vazgeçmenin asıl güç oluşudur. İradenin, nefse üstün gelebildiği o an; insan kendine dönebilir ve her durumda sıfırdan başlayabilir. Çünkü artık zihni de bedeni de açılmıştır. Fakat kötü olduğunu bile bile istemeye devam ettiği an, iradesizliğimin sonucunda nefsin kulu ve kölesine dönüşmüş, rasyonellikten uzak kararlar alan ve aldığı her kararla kendini daha da aşağıya çeken biri haline dönüşürüz.

Bu sebeple, evet istemek güzeldir hele elde etmek daha bile güzeldir fakat her istek ve elde etme çabası doğru değildir. Hayattaki her istek, bize iyi şeyler getirmeyecektir. İnsan, bazen daha başka bir şeyi asla onun kadar istemeyeceği bir yerden; vazgeçebilmelidir ve bunun asıl güç olduğunu kendi içerisinde hissedebilmelidir.

Umarım bu yazı, pes etmek üzere oldukları yollarda okuyacak olanlara aslında ne kadar güçlü olduklarını hatırlatabilir.

Büşra ERCAN

1999 yılında İstanbul'da doğdum. Çocukluğumdan beri duygularımı en iyi şekilde kalemle aktardım. Her zaman kendim için yazdım. Üniversite hayatım boyunca düşüncelerim şekillendikçe yazmak benim için daha da ayrı bir önem kazandı. Şimdi yine en çok, kendim için yazıyorum.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu